26 Mart 2010 Cuma

Orada Mısınııııızzz? :)


Ben geldiiiiimmm :) Yaa hakikaten çok yoğun bir hafta geçiriyorum. Hatta iki hafta geçirdim. Hatta önümde en az bu haftaki kadar yoğun olacağını düşündüğüm 5-10 hafta daha olacak sanırım, Allah izin verirse. Yaa bi insan hem işini benim kadar sevip hem de işinden bu kadar çok yorulur mu yahu? Cümle düşük mü oldu :) Bir iş sizi yoruyorsa, bitkin düşürüyorsa o işi sevmezsiniz dimi? Ama ben tam tersine, boğuldukça daha çok seviyorum sanırım :P
Ben zaten neyi sevip neyi sevmediğimi, birşeyi/birini/biryeri sevmem için ne gibi kriterler aradığımı hiç anlayabilmiş değilim. Ya o anki ruh halime ve ihtiyaçlarıma göre birşeye ilgi duyuyorum yada çok+çok yönlü bir insanım. Veya enerjim mi fazla* Burcum boğa ama yükselenimin ikizler oldugunu düşünüyorum. Annem doğum saatimi hatırlamadıgı için emin değilim yükselenimden. Ama bence ikizlerim. Eşimden bile bugün nefret edip yarın onu deli gibi sevebiliyorum. İkisi de sebepsiz oluyor ve garibim neye uğradığını şaşırıyor :) Yaa ben zor bir insanım sanırım. Aslında uyumlu ve yumuşakbaşlıyım. Ama sinirim ve hiddetim de fenadır. Bazen damarıma iyice basılmadığı sürece sakinimdir bazen ise en ufak birşeyden bile hır gür çıkarabilirim.
Hobiler konusunda da böyleyim. Nerde ilgimi çeken birşey görsem hemen deniyorum. Mesela Nur'un peçete halkaları gibi :) Onda gördüğüm bir modeli çok beğenip denemiştim.
Beğendiğim herşeyi, her mesleği hemen denemek istiyorum. Yada içimde ukde kalan şeylerin bir tezahürü mü oluyor acaba bunlar? Mesela en başta doktor yada astronom olmak istiyordum. Hele uzaya öyle ilgim vardı ki. Sonra bunun özellikle de Türkiye şartlarında pek de mümkün olmadıgını, olsa da istediğim gibi araştırma yapamayacağını farkettim. Ama hala teleskoplara hayran hayran bakarım. Sonra İngilizce öğretmeni olmak istedim, olmadı. Ama bir müddet üç-beş öğrenciye ingilizce ve matematik dersleri vererek bu isteiğimi biraz tatmin edebildim. Radyo programı yapmak istedim sonra. Sesimin çok müsait oldugunu söyledi bu işin ustası birkaç kişi, hatta yerel de olsa bir iki radyodan teklif bile geldi ama babam izin vermedi. O isteğim(yada hevesim) de öylece bastırıldı. Yada ben öyle sandım :)

İlahiyat okumak ve akademik kariyer yapmak istedim ama malumunuzdur ki o da olmadı :) Sonracıma çeşitli el sanatlarına falan merak saldım. Ebru, hat, tezhib, kurdela nakışı, bağlama... Ama hepsi kısa sürdü. Sıkılıp bıraktım. Aslında bundan da emin değilim. Yani sıkıldığım için mi bırakıyorum yoksa yapabildiğimi gördüğüm için mi? Yeni birşey gördüğümde, yapıp yapamayacağımı merak edip de mi başlıyorum da yapabilince bırakıyorum? Dedim ya karmaşığım, nasıl biri oldugumu çözemedim, yaş oldu 28...
Heveslerimden biri de seslendirme ve dublajdı. Büyük bir iki ustanın ders verdiği bir atölye keşfettim ama epey yüksek ücretli oldugu için vazgeçmek zorunda kaldım :(

Bu akşam ise eşim bana "Bak gazetede tam senlik bir haber var." dedi. "Neymiş o?" diye sordum. Haberi daha doğrusu ilanı bana okudu, ben de bilgisayar başına koştum, ilgili yerin sitesine girdim, heveslerim canlandı, hatta ben de canlandım ve size bu eşsiz satırları yazdım işte :P Beni heyecanlandıran haber de şuydu. Hem işyerime yakın sayılır, hem de diğer kurs gibi pahalı oldugunu sanmıyorum. Az önce saatin geç oldugunu bile bile aradım ama bekçi çıktı telefona ve "herkes gitti" dedi bana :)
Yarın sabah işyerime ulaştığımda ilk işim tekrar aramak olacak inşallah. Tutmayın beni anacım, bu sefer kimse durdurmasın beni :) Sesim yankılansın TV'lerde radyolarda :P
Aslındaaaaa, bütün bunları, işi gücü herşeyi bir kenara bırakıp tekrar Didim Altınkum'da şu aşağıdaki güzelliği seyrediyor olsaydım daha süper olurdu ama o da yaza artık inşallah :) Haydi iyi geceler size. Ben biraz hayal kurup uyumak istiyorum :)

21 Mart 2010 Pazar

Karar Veremiyorum :(


Sabah Kadıköy'den vapura binip Eminönün'de iniyorum işte. Hayatımda yazacak yada fotoğrafını çekecek başka hiçbirşey ve hiçbir yer yok bu aralar. İşten dolayı gezemiyor, diyetten dolayı da yeni mamalar deneyemiyorum. Belki yakında değişir bu durum. İşten ayrılmayı düşünüyorum. Pişman olup olmayacağımı bilmiyorum. Bütün gün evde durmanın beni sıkacağına eminim. Gerçi çeşitli kurslara ve faaliyetlere katılırım. Ama tek maaşa düşünce harcamaları kısıtlamak da gerekecek. Part time bir iş bulurum belki o zaman. Yada evden yürütebilecğeim bir iş. Rızık Allah'tan. Bunu hatırladıkça çok da endişe duymuyorum aslında. Bakalım ve görelim.


Daha önce de bahsetmiştim, işimden çok memnunum yoğunluğunu saymazsak. Geçen gün Aker'e uğramıştım. Bayan bir müdürü var. 46 yaşında evli ve çocuğu olan biri. Muhabbet ederken konu konuyu açtı ve işi bırakmak istediğimi falan söyledim. Sakın öyle birşey yapma dedi bana. Kendi hayatından falan bahsetti. O da vaktiyle çok zorlanmış. Benim patronlarım da iş ortamım da, bir bayanın iş hayatında sahip olabileceği belki de en mükemmel özelliklere sahip. Evet belki birgün başka işler de bulabilirim ama öyle bir ortamı bulabileceğimi hiç sanmıyorum.


Ama, bünyemden de kaynaklanıyor oldugunu düşündüğüm inanılmaz bir yorgunluk çöküyor üzerime gün boyu. Böyle olunca akşam eve geldiğimde parmağımı bile oynatasım gelmiyor. Aylardan beri ilk kez bugün camları sildim. O da yarım yamalak. Çünkü tek bir tatil günümü işe ayırasım gelmiyor. Annem sağolsun, üç beş ayda bir geldiklerinde siliyordu camlarımı, itiraz etsem bile. Bunu ayıplayanlar da oldu gerçi ama o konuya hiç girmeyeyim! Kimse, karşısındaki insnaın hayat şartlarına sahip olup onun yaşadıkalrını yaşamadan o kişiyi eleştirme hakkına sahip değil bence.

Velhasıl, bir yanım işi bırakmamı ve rahatıma bakmamı söylüyor, bir yanım ise sen asıl evde durunca kafayı yersin rahat edemezsin diyor. Ama çalışmanın sonu da yok ki. Nereye kadar çalışırım? Yaş oldu 28. Çocuk da lazım. Olunca illa ki çıkmam gerek, bakacak kimsem olmadıgı için. Daha ne kadar erteleyebilirim ki çocuk meselesini de? İşi bırakmak ve işe devam etmek konusunda artıları eksileri yanyana koydugumda ikisi de eşit oluyor sanki.

Eşim de kararı bana bırakıyor. Gerçi bu ara o da artık farkediyor ne kadar yoruldugumu ve "çık artık istersen" diyor. Stresten dolayı vücudumda yaralar çıktıgını söylemiştim ya, onlar giderek çoğalıyorlar. Ama çalışmayı da çok seviyorum :) Ah bu kararsızlık. Olasılıksız'daki David Cane ile tanışıp hangi yolu seçersem neler olabileceğini sorabilseydim keşki :Pp
İşte böyleyim ben bu aralar. Şu yukarıdaki martının keyfi ve rahatına sahip olmak istiyorum :) Canım isteyince şöööyle yukarıda bir yere konup koşuşturan insanları ve şehrin güzelliklerini seyretmek, acıkınca üç beş balık yakaladıktan yada vapurdaki insanlara şirinlik yaparak simit kaptıktan sonra yorulana kadar uçup yine en başa dönerek yüksek bir yerde dinlenmek tek dertleri :)
Oooooo yatma saatim gelmiş :) Ben gideyim, makinedeki çamaşırları asıp yatayım, siz takılın buralarda :) Hoş kalın...

19 Mart 2010 Cuma

18 Mart 2010 Perşembe

Gelicem Yaa Tamam Sabredin :)

Birşeyler yazacak vaktim bile yok, kusura bakmayın :(( Ama az kaldı inşallah, bekleyin beni anacımdöncem ben size :))
Bu fotoğraflar da teeee kaç hafta önceki Sirkeci fotoğraf çekimimizden berbat birkaç kare daha :)

Sirkeci Garındaki küçük müzecikten eski bir daktilo...



Sirkecideki üst geçitten, ışıklarda duran arabaların farlarının aydınlattığı (yada kararttığı) insanlar ve gölgeleri... Yani ters ışık çalışması :)



Gülhane Parkındaki fıskiyeler... Hareketli nesnelerii duruyor halde çekme çalışması :)





Ve eşim... Ters ışık denemesi.

Beni özleyin tamam mııı :)

15 Mart 2010 Pazartesi

Boşluk, Kitaplar, Bahar, İzmit, Çiçekler, Abdurrahman Çelebi ....

Ben kitapları çok çok çok çok seviyorum, hepsi hepsi hepsiiii benim olsun istiyorum :) Maalesef olamıyor ama ben azcık azcık toplaya toplaya hepsine sahip olacam inşallah günün birinde :) Bakınız 1.fotoğraf :

Nedir bunlar? Kitapyurdundan verdiğim siparişiiiiimmm :) Cumartesi günü geldiler. Tamı tamına onnnnbeşşş kitap :) Oku oku bitmez demek isterdim ama biri bitti bile :P Farkettiyseniz roman ağırlıklı. Bu aralar hep roman takılıyorum. İş meseleleri yüzünden balon olan kafamı rahatlatıyorlar boş boş konular :P Otobüste vapurda okunup gidiyorlar.
Cumartesi günüsü, bu kitaplarıma kavuşup, işyerimdeki dolaba bir güzel hepsini dizdikten sonra bir tanesini, Moda semtini anlatan kitabı alıp koşa koşa feribota gittim. Çünküüüü...

İstanbul'da yaşadığımı bilmeyen kalmadı dimi :P Ama fakat lakin, aslen İzmitliyim. Evlendikten sonra teee buralara geldim. Hep annemin büyük konuşmaları yüzünden :) Kızını assslaaaa başka bir şehre gelin vermeyecekti güya :P Ama, "ayol İstanbul dediğin ne ki, bir saatlik yol, ne zaman canım istese otobüse atlar gelirim" vs gibi cümlelerle kandırınca kadın zor bela ikna oldu. Ama gelin görün ki iş hayatına atıldıktan sonra, "ne zaman istesem gelirim" cümlesi yalan oldu :) En son kurban bayramında gitmiştim İzmitime.

İşte Cumartesi günü de şeytanın bacağını kırıp, ev işlerini ve yapılması gereken alışverişi boşverip bi gaz Harem yollarına döküldük, İzmit'e gidebilmek içün. Otobüsten indiğimizde hava kararıyordu. Birkaç fotoğraf çektim. Tabi karanlık oldugu ve tripodum da olmadıgı için pek hoş çıkmadı çektiklerim. İçlerinden şunu seçtim sadece:

Babamlarda apar topar bir akşam yemeği yedikten sonra beni çok özlemiş olan :) anneannem ve teyzemlere gittik. Tonton anneannem bir yerlere dalmııış gitmişken bir fotoğrafını çektim:

Fotoğrafı kendisine gösterdiğimde, baktııı baktııı "Kocamışız gayrı..." dedi. Kendisinde alzhemier başlangıcı da var.
Ertesi gün, bendeki emanetlerini almak üzere gelen ümmühanımla kapıda 5 dakikalığına da olsa görüştük nihayet aylardan sonra. Bebeği Selim efendiyi mıncıkladım biraz ve gittiler :) Öğleden sonra da biz toparlanıp çıktık. Annemler önceden şehir merkezinde yaşıyorlardı. Babam emekli olunca bahçeli bir ev istediler ve buldular :) Merkeze yarım saat kadar uzakta bir ilçede yaşıyorlar şimdi. Her yer yemyeşil ve müthiş bir İzmit manzarası var. Tertemiz hava. Ağaçlar çiçek açmış:


Fotoğraf çekmeye, o misss gibi havayı solumaya doyamadım :)


Komşularından birinin bir keçisi varmış :) Adı Abdurrahman Çelebi :) Birden boy atmış bir keçidir kendileri efendim :P Annemler illa ki bana da göstermek istediler keçiyi :) Komşuları da beni merak ediyormuş. Komşu teyzeye de bi göründüm önce :P

Keçi de pek şeker bişeydi ama hakikaten kocamandı yaa :) Hava yağmurlu oldugu için kulübesindeydi :) Oynamayı çok seviyormuş. Ön ayaklarını insanın omzuna atıp sevdiriyormuş kendini :) Kesmeye de kıyamıyorlarmış haliyle. Elimi uzattıkça kafasını eğip okşattırıyordu :) Bakın ne de nazlı :P

Sonra İzmit'e gittik biraz turlayalım diye. Özlemişim...

İzmit'in meşhur bir yürüyüş yolu vardır. Ben çocukken trenyoluydu. Sonra tren yolunu deniz tarafına taşıdılar, eski yolu da yürüyüş yolu yaptılar.

İki tarafına koca koca ağaçlar ve minik minik çiçekler olan upuzuuuuun bir yol.

Laleler, menekşeler yeni yeni çiçek açıyorlardı. Bir yandan da yağmur çiseliyor. Çok güzeldi her zmanki gibi...



Bütün bu güzelliğe rağmen... Ben bir tuhaf oldum. Yeni yeni yerler açılmış. Yeni bir İstanbul olma yoluna girmiş İzmit. Çok değişmiş sanki. Bana öyle yabancı geldi ki. Sebebi bu değişim miydi yoksa artık İstanbul'da yaşıyor oluşum mu bilemedik. Kendimi ne İzmit'e ne de İstanbul'a ait hissettim. Yersiz yurtsuzmuşum gibi geldi... İzmit'e taşınsak bir gün, yine de geçmeyecek sanki bu yabancılık hissi. Artık ne İstanbul'dan vazgeçebilirim onca kargaşasına ve yoruculuğuna rağmen, ne de İzmitsiz yapabilirim. Ve çok gezesim de gelmedi. Belki de Pazar günü oldugu içindir. Ama şöyle bir iki tur attıktan sonra tutturdum evimize dönelim diye. Eşim de şaşırdı. Ama ürktüm işte... Nereye ait oldugumu bile bilemedim. Atladık otobüse, Moda'yı okuya okuya döndüm İstanbul'a...
(Moda'da yaşamak istiyorum.)
Eski tren yolu:

Ve yeni yürüyüş yolundan bir kesit:


Son iki foto bana ait değildir.

13 Mart 2010 Cumartesi

Diyet Listem, Mimar Sinan, Mihrimah Sultan ve Aşk...


Burası neresi ?
Hatırlar mısınız bilmem ama ben diyet yapıyorum :D Ocak başında başladım. Sonra bir ay falan yapmadım :P Çarşamba yine kontrolüm vardı. Yılbaşından bu yana 6 kg vermişim işte. Yaza kadar devam edip, yazın tatilde bozmayı düşünüyorum :D Aman diyetisyenim duymasın :P Zaten onu çıldırtmak için gittiğimizi düşünüyor :P Eşimle benim gittiğimiz seanslarda, kızcağız diyetisyen olduguna pişman oluyordur sanırım :P
Diyetisyenim Mihrimah Sultan Tıp Merkezinde. Yukarıdaki fotoğraf da oraya ait. Adını almış oldugu Mihrimah Sultan, Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultanın tek kızıdır. Topkapı Sarayı'nda doğmuştur ve çok iyi bir eğitim almıştır. 17 yaşında Rüstem Paşa ile evlendirilmiştir. Rüstem Paşa bu evlilikten sonra sadrazam olmuştur. Mihrimah Sultan'ın da devlet işlerinde gerek babası döneminde gerek kardeşi III.Selim döneminde ve gerekse yeğeni III.Murat döneminde devlet işlerinde çok sözü geçmiştir.
Mimar Sinan'ın da Mihrimah Sultan'ı çok sevdiği ve istediği, fakat evli olmasından dolayı Kanuni'nin kızını ona değil de Rüstem Paşa'ya verdiği söylenir. Fakat Mimar Sinan'ın Mihrimah Sultan'a olan aşkı hiç bitmez. Üsküdar'daki bu cami ve külliye Mihrimah Sultan'ın isteğiyle yapıldığı halde Edirnekapıya da hiç emir almadan kendi isteği ile bir Mihrimah Sultan Camii daha yapar Mimar Sinan, prensese olan aşkının bir nişanesi olarak.
Ve " Derler ki; cami Mihrimah sultanın o duru, gösterişsiz ve bir o kadar asil güzelliğine istinaden küçücüktür ve sadece 38 mt bir minareye sahiptir. Bir adet incecik kubbesinin üzerindeki 161 pencere ise iç güzelliğinin ne kadar aydınlık ve berrak olduğunu temsil eder, bu sayede gün ışığının her köşede adeta dans ettiği kadınsı edalı. ( o tarihte bu açıklıktaki ve bu kalınlıktaki bir kubbeye o kadar pencere, dünya üzerinde sadece Mimar Sinan tarafından yapılabilirdi) cami içindeki pandatiflerde ve minare kenarlarındaki upuzun işlemelerde de Mihrimah Sultan'ın o çok güzel ayak topuklarını döven ,upuzun saçları tasvir edilmiştir.,ve yine denir ki Mihrimah Sultan’ın statüsü iki minareli cami yaptırmaya yetmesine rağmen, yalnızlığını simgelemesi anlamında tek minareli yapılmıştır bu cami.
Ama Sinan aşk‘ını öyle sihirli bir tılsımla mühürlemiştir ki, bu sırra şaşırmamak, o sevdaların naifliğine imrenmemek elde değil. Sinan Usta'nın aşk'ının vesikasıdır sanki, iki caminin de yeri özenle seçilmiştir. Güneşin doğum ve batım yerleri tespit edilerek yapılmış camilerdir. Edirnekapı’daki ve Üsküdar'daki Mihrimah Sultan Camiileri’ni aynı anda görebileceğiniz bir yer tespit edin. Günbatımında (elbette, yılın sadece bir gününde ki o gün 21 Mart gece ile günün birbirinre eşit olarak kavuştuğu gün’dür daha enteresanı, o gün Mihrimah Sultan’ın doğum günüdür) göreceğiniz muhteşem manzara şudur: Edirnekapı Camii’nin tek minaresinin arkasından güneş batarken, Üsküdar’daki caminin minareleri arasından ay doğmaktadır! “Bu nasıl bir hesaplama, bu nasıl bir estetik anlayışıdır!” dediğinizi duyar gibiyim... Mimarbaşı, Mihrimah Sultan’a platonik bir yakınlık duymasaydı; acaba bu harika uyumu yaratabilir miydi? Sahi biz Mihr ü mâh, Farsça güneş ve ay anlamına geldiğini söylemiştik değil mi?! "
(Tırnak içindeki yazı bu siteden alınmıştır)


Gelelim diyet listeme :) Ama önce, diyet listelerinin kişinin vücut yapısına, kilo-boy gibi değerlere, yaşam tarzına, yatış kalkış saatine özel oldugunu bir kez daha belirtmek istiyorum. Benimki şöyle:
Sabah saat 09:00'da Açık çay, 2 kibrit kutusu beyaz peynir, 4-5 zeytin, 2 ince dilim ekmek, yağsız çiğ sebzeler (salatalık,domates vs)
Saat 11:00'de 4-5 bisküvi
Öğlen 13:00'te 1 kase çorba, 1 su bardağı yoğurt, 1 ince dilim ekmek, bolca salata (yağsız).
Öğlen 13:00'te alternatif bir menüm daha var: 1 sandviç(yada tost) ve yanında 1 kutu ayran.
Saat 15:00'de 1 porsiyon meyva.
Saat 17:00'de 2 galeta yada 8 bisküvi.
Saat 20:00'de 6-8 yemek kaşığı sebze yemeği, 1 su br. yoğurt (kaymaksız), bolca salata (yağsız), 1 ince dilim ekmek.
Böyle işte... Şimdi 15 gün bu listeyi uygulayıp tekrar kontrole gidiyorum.

Bu da tıp merkezinin giriş kapısının tokmağı.
Herkese iyi haftasonları diliyorum.

10 Mart 2010 Çarşamba

Ben Buradayım ve Sirkeci Garı

Bloğu ihmal eder gibi oldugumun farkındayım ama inanın işlerim çok yoğun. Anca yetişebiliyorum herşeye. Hatta yetişemiyorum. Blogla ilgilenecek vaktim olmayabiliyor. Evet giriyorum bloğa, yorumlara bakıyorum, unutmaz yada vakit bulursam cevap yazıyorum. Başka bloglara bakmaya çalışıyorum. Hem vakitsizlikten hem de eşimle beraber diyette oldugumuzdan dolayı mutfakta birşeyler yapmıyorum. Gezmeyi zaten unuttuk valla :) O yüzden yeni fotoğraflar falan da olmuyor buraya ekleyebileceğim. Gerçi düzenlenmeyi bekleyen taslak halinde postlarım var ama cidden ona bile fırsat bulamıyorum. Bir müddet beni mazur görün olur mu?
Geçn gün bir postta Sirkeci'ye fotoğraf çekimine gideceğimizi söylemiştim. Gittik ve ben yine berbat fotoğraflar çektim tabi :D Bir türlü öğrenemedim güzel fotoğraflar çekmeyi ben yaaa :(( Gerçi bu da büyük oranda bol fotoğraf çekmekle ve ustaların fotoğraflarını, sergilerini incelemekle oluyor ama ona da vakit yok işte. Makineyi elime bile alamıyorum. Ama vazgeçmedim, olacak birgün inşallah :)
Neyse işte, o gün hava da kapalıydı. Fotoğraflar pek net de çıkmadı tripodsuz falan. Ama yine de içlerinden 3-5 tanesini koymak istedim buraya. Siz alıştınız nasıl olsa kötü fotoğraflarım :)


Bu kız birine pozlar veriyordu Sirkeci garında, trende falan. Ben de çektim bir kaç fotoğrafını. Eşim "Bu kızı bir dizide gördüm ben galiba." dedi ama bilmiyorum, ben hatırlayamadım.



Çocuklar her fotoğrafı güzelleştiren unsurlardan biri, dimi :)



Gar içinde küçük bir müzecik gibi bir yer var. Eski garlarla trenlerle ilgili şeyler sergileniyor. Eski fotoğraflar, anı defterleri, daktilolar, telgraflar, makinist kıyafetleri, trenlerdeki uyarı yazıları, eski telefonlar ve tren maketleri...





İşte böyle... Benim pilim bitti, gözkapaklarıma direnemiyorum artık. Uyku saatim geldi :) Makinedeki çamaşırlar biter bitmez uyumalıyım. Hepinize iyi geceler/iyi sabahlar/iyi günler/iyi akşamlar... Günün hangi saatinde okuyorsanız bu postu, seçin bu temennilerden birini artık :)